Halit DAŞIRAN ~ ŞİFALI BİTKİLERİN TARİHÇESİ VE AKTARİYE BİLGİLERİ
Şifalı bitkilerden istifade etmek isteyen kişinin uyması gereken
çok önemli bir kural vardır. O da hastanın önce uzman olan bir doktora
teşhisini tam olarak koydurması ve sonra da hastalığı ile ilgili şifalı bitkiyi
veya eterik yağını tespit ederek usulüne uygun olarak kullanmasıdır.
Şifalı bitkiler insan sağlığında tedavi edici ve koruyucu olarak
yüzyıllardan beri kullanıla gelmiştir. İnsanlar antik çağlardan beri bitkileri
gıda, ilaç, bahar, boya, zehir hatta büyü materyali olarak bile kullanmışlardır.
Mezopotamya, Sümer ve Asurlardan kalma tabletler bugün dahi şifalı bitkiler
reçetesi olarak kullanılmaktadır.
Mısır uygarlığında mumyaların yapımında hayvani ve madeni
DROG’ların (Tıbbi bitkilerin ilaç olarak kullanılan yaprak, çiçek, kök,
tohum, kabuk, reçine vs. gibi olan kısımları) dışında çoğu bitkisel materyaller
kullanılmıştır. Hititler de aynı yoldan gitmiş bitkilerden azami istifadeyi elde
etmişlerdir. Yunan uygarlığı deniz ticaretine açık olması hasebiyle bu
ülkelerin tesiri altında kalarak bizim şimdiki kullandığımız drogları
kullanmışlardır.
Hekimliğin babası sayılan Hipokrat da bu adalardan İstanköy
adasında dünyaya gelmiş sağlık ve hekimlik hakkında yüzü aşan eser vermiş
ve 400’e yakın çoğu bitkisel droglardan istifade etmiştir.
Romalılar ve Bizanslılardan kalma eserlerde şifalı bitkiler ile ilgili
geniş malumatlar mevcuttur. Hatta Büyük Sezar gök gürlediği zaman defne
yaprağından yapılmış bir çelengi üzerine taktığında yıldırımın başına
düşmeyeceğine inanırdı.
Bizanslılar devrinde zamanın Hıristiyan inançlarına göre
hastalığın insanlara Allah tarafından verilmiş bir ceza olduğunu telakki
ederlerdi. Aynı devirde kokulu bitkilerin eterik yağından çeşitli parfümlerin
imalatı da çok gelişmişti.
İslam Uygarlığının da insan sağlığına çok ehemmiyet verdiği
bilinir. Hatta Hz. Peygamberin “Hekimsiz yerde yaşamayın” mealindeki
hadisi pek çok hekimin yetişmesine sebep olmuştur. Hatta bu hekimlerden
İbn-i Sina gibi tıpla ilgili hekimlerin eserlerinin 18. asra kadar Avrupa’da
ders kitabı olarak okutulduğu bilinmektedir.
Davud El Antaki’nin bir risalesinde belirttiğine göre
Hz.Peygamber Ashabı ile birlikte giderken durur parmağıyla işaret ederek
Ashabına Zahteri (Kekiği) işaret ederek der ki; “Bu bitki ölümden başka her
derde devadır. Bu bitkiyi iyi tanıyın.”
Gerçekten de kekik aromatik bitkilerin başında geldiği gibi
yüzlerce türünün koku olarak farklı olmasının yanında dağ kekiği, kara kekik
ve yaban kekiği diye anılan ORİGANO kekiğinin emsalleri içerisinde en
mükemmel dezenfektan antiseptik (mikropların üremesini önleyen) ve
antibiyotik (bakterilerin üremesine mani olan) bir bitkidir. Kekik hakkındaki
bilgiler kekik başlığı altındaki bölümde anlatılacaktır.
Selçuklu ve Osmanlı zamanındaki hekimlerin materyalleri de
vazgeçilmez şifalı bitkiler olmuştur.
Rayihaları ile insanları mest eden İstanbul Mısır çarşısındaki 30
kadar dükkandan oluşan aktarlar meslekleri icabı dükkanlarında kendilerine
has üslup, tertip ve nizam içerisinde kavanozlar, raflar, çuvallar, tahtadan
imal edilmiş kutular ve şişeler içerisinde bir kısmı ithal edilmiş şifalı bitkileri
halk sağlığı için usulüne uygun olarak muhafaza eder ve satışa sunarlardı.
150-200 yıldan beri kimya sanayinin baş döndürücü bir hızla
ilerlemesi analiz ve sentez yoluyla sentetik madde yapımını da
hızlandırmıştır. Sentetik materyallerin aşırı şekilde kullanılması canlı bünye
dengesinin bozulmasına,sebebi meçhul hastalıkların çoğalmasına ve doğanın
kirlenmesi gibi ciddi mahsurların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Epey
gecikmiş olmasına rağmen gelişmiş ülkeler vaziyetin vahametini fark edince
sentetikten uzaklaşıp, tıbbi bitki kökenli maddeye hız ve önem vermeye
başlamışlardır. Bu konunun ülkemizde de fazla vakit geçirmeden fark
edilerek ele alınıp gereği gibi değerlendirileceğine inanıyor ve ümit
ediyorum.
Şifalı bitkiler insan sağlığında tedavi edici ve koruyucu olarak
nesilden nesile devam edegelmiştir. Yurdumuzda da atalarımızdan kalan bir
miras olarak bu şifalı bitkilerin kullanımı hem çay, hem de eterik yağ olarak
azda olsa halen kullanılmaktadır.
Gerek evlerimizin bahçelerinde ve saksılarında (reyhan,
mercanköşk, ıtır, biberiye, gül, nane, yasemin, hatmi vs. gibi) ve gerekse
yakınımızdaki doğada (kekik, melisa, ısırgan, papatya, gelincik, civan
perçemi, şevket-i bostan, sığır kuyruğu, ıhlamur, defne vs. gibi) şifalı bitkiler
mevcuttur.
Aynı zamanda yöremizde bulunmayan pek çok şifalı bitkilerde
aktarlarda ticari olarak (zencefil, tarçın, kişniş, kuşburnu, sahlep, mahlep,
hazambel vs. gibi) satılmaktadır.
Ne var ki sadece para kazanmak amacıyla tezgah kuran bazı
aktarlar sattıkları bitki türlerinin ve eterik yağlarının kullanma alanlarını,
kullanma şekillerini, miktarlarını ve hatta kullanma tertiplerini dahi
bilmediklerinden ve bu konuda yeterince sağlıklı bilgiye sahip
olmadıklarından, hem şifa arayan insanlarımızı sömürmekte, hem de ecdat
mirası bu güzelim mesleği istismar etmektedirler.
Örneğin: Gezip gördüğümüz aktarların pek çoğunda gördüğümüz
manzara şudur: Mevsiminde toplanıp gölgede kurutularak usulüne uygun
şekilde muhafaza edilmesi ve sonra satışa sunulması gereken bitkilerin
çuvallara basıldığını, üst üste istiflendiğini, güneşte bırakıldığını, toz toprak
içinde kaldığını en önemli olarak ta miadı dolmuş, ilaç olma özelliği
kalmamış üç beş yıllık bitkilerin satıldığını ayrıca, eterik yağlarında
alkolovitlerle inceltildiğini veya ince yağlarla çoğaltılıp satışa sunulduğunu
üzüntü ile müşahede ettik.
Aslında hiçbir yan etkisi olmayan ve her biri bir derde deva olan
bu güzelim şifalı bitkileri ve eterik yağlarını sırf para kazanmak amacıyla
gayesinin dışında kullanan insanlardan (aktarlardan) kurtararak eczanelere ve
bu işe gönül veren gerçek aktarlar vasıtasıyla ihtiyaç sahibi hastalara
ulaştırmak hem kaybolmaya yüz tutmuş bu bilgileri genç nesillere aktarmak
adına bir hizmet, hem de kemikleri sızlayan ecdadı bu ızdıraptan kurtarmak
adına bir görev olur.
Bu uğurda uygun hizmet verenlerin ölenlerini rahmetle kalanlarını
şükranla anarız. Ne yazık ki halkımızın büyük bir bölümü hazine değerindeki
bu bilgilerden ya tamamen mahrum, yada atalarından öğrenip şifa buldukları
yöntemi ve bitkilerin dilini yeni yetişen nesle öğretip aktarmama gibi bir
ihmal ve vebal altındadırlar.şu iki gerçeği unutmayalım ki:
1) Doktorun elindeki neşter can kurtarır, sarhoşun elindeki neşter
ise can alır.
2) İnsan bildiğini öğrettiği ve bilmediklerini de öğrendiği sürece
faydalıdır.
Etiketler: Halit DAŞIRAN, Herbalistler
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa